Serkan GÜRTÜRK

Bakan, Bakakalırsa…

Serkan GÜRTÜRK

 

İlimiz 24 Ocak 2020’de önemli bir deprem yaşadı. 41 canla birlikte on binlerce ev ve işyeri yıkılarak şehrin yeniden imar ve inşa süreci başlatıldı.

Bu süreç belki avantaja dönüştürülebilirdi, belki şehrin vizyonuna yeni ufuklar katılabilirdi ama ne yazık ki Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’a süreç doğru anlatılamadığı ve uygulamaya konulan projelerin hem şehre hem de vatandaşa ciddi yükler bindirileceği izah edilemedi.

Bu yapılamayınca şehir, şehir olmaktan çıkarak resmen kasaba görünümüne, bir rivayette de köy siluetine büründü.

Abdullahpaşa, Mustafapaşa, Sürsürü ve Rüstempaşa’da ortaya çıkan garip, tıkış tıkış ve iç içe sokulmuş, daracık sokaklardan geçip  daracık koridorlardan minnacık odalara ulaşılan, balkonuna bir masa atılamayan ucube evler yapan ve bunu düzeltmek ve vatandaşın beklentilerine cevap verecek bir planlama yapılamadı. Bunun yapılmasına  Fransız ve zero kalan milletvekillerimiz bu süreçte ne yazık ki halkın yanında olmak yerine yanlış uygulamaların savunucu konumda kalmayı tercih ettiler.

Halkı beş kata ve daracık binalara mahkûm eden devlet, sıra kendisine geldiğinde alabildiğince hoyrat, alabildiğine fütursuz ve alabildiğine sorumsuz bir tavır takınarak halkın gözünün içine soktuğu projeleri de çok konuştu bu şehir.

Şehrin orta yerinde 33 katlı heyulaların dikildiğini gören Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, bunun durdurulması talimatını vermiş, birkaç ay sonra geldiği Elazığ’da bu inşaatların durmak şöyle dursun şahlanarak ve daha hızlı bir şekilde yükseldiğini görerek buna seyirci kalan ve gerekli işlemi yapmayan hem kamu görevlilerini  hem de siyasileri haşlayıp bu kez bizzat kendisi Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri ve kolluk kuvvetlerine talimat vererek inşaatı mühürlemişti.

Bununla da kalmayan Bakan Kurum, güvendiği bir müfettişi, konuyu araştırmak için Elazığ’a göndermişti. Ancak o müfettiş, soruşturmaya başlamasının birinci haftasında, hangi etkili ve görünmez, etkili, güçlü ve derin lobi devreye girdi bilinmez,  sağlık gerekçesi ile görevden affını istemiş, yerine gelen ve müfettiş de suçlu ve sorumlu aramak yerine dosyaları kapatmaya yönelik incelemesini kısa sürede tamamlayarak dosyayı ilgili makama sunmuştu.

Bu projenin ilk ihale şartları, sonradan imarında yapılan değişiklik, değişikliğin de ötesinde sözleşmeye bağlı olarak ilave edilen farklı üniteler ve daha birçok konu şehirde konuşuldu ama sonuçta devletin yaptığı 33 katlı bina doğru, vatandaşın istediği sekiz katlı bina talebi yanlış ve hadsiz bulundu.

Şehre yapılan yatırımın düşmanı değiliz. Hele hele sermaye düşmanı hiç değiliz. Ama bu şehirde bir perde açılacaksa ve bunun çarşaf çarşaf şehirde reklamı yapılacaksa, bu halka yapılan hizmet ve tüm halkın gurur duyacağı bir güzellik olmalıydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın helikopterden gördüğü ve “ne bu ucube” diye yanındaki yetkililere sorduğu ve “durdurun” talimatı vermesine, koskoca Bakan Kurum’a rağmen, soruşturmalara rağmen, kamu vicdanının yaralanmasına rağmen, eğer birilerinin içi rahat olarak bu perdeyi açacaksa bilinmelidir ki bunun ikinci perdesi sandıkta açılacak ve faturası siyasete çıkacaktır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” söylemi Elâzığ’da tersine işlemiş ve devletin yaşamasına karşın halk TOKİ’nin elinde esarete ve sürünmeye terk edilmiştir.

Bakanın bile bakakaldığı bu olayda, doğru, hak ve vicdan,  saf dışı bırakılmış, devletin ve ortağının yaşatılması uğruna ve birilerinin çıkarlarını koruma adına milletin aklıyla alay edilmiştir.

Bir olay ve konu, anlaşmalara, sözleşmelere ve yasalara uygun olsa da eğer kamu vicdanını yaralamışsa bunun bedelini ödeyecekler mutlaka olacaktır. İşin ilginç yanı ise bu konuda bedel ödeyecekler, olayın rantını ve kaymağını yiyen kamu ve özel kişiler değil, bizzat siyasiler ve hükümet olacaktır. Geçmiş olsun.

Yazarın Diğer Yazıları