Ömür, doğum anından ölüm anına kadar geçen sürede yaş aldığımız yılların içinde yaşadıklarımızdır. Ve hiçbirimiz ne kadar ömrümüz olduğunu bilemeyiz. Sadece bir gün biteceğini biliriz. Peki, ömrün biteceğini bile bile anı boşa geçirme, işleri erteleme kısaca bu kadar tembellik yapma rahatlığımız nerden gelir? Ciddi hastalık, kaza geçiren kişilerden sıkça duyarız : ‘Yeniden doğdum, artık boşa yaşamak yok, anı yaşayacağım ‘’gibi sözleri. Peki, bunu hatırlamak için illa ölümün kıyısından dönmek mi gerekir? Zaten şeklini ve zamanını bilmeden emin olduğumuz tek şey var: o da ölümün varlığı.
Bu ömür dediğimiz takvim sirkülasyonunda süremizi uzatmak mümkün mü? Uçuk bir soru gibi gelse de cevap evet mümkün. Bir günün 24 saat olduğunu biliyoruz. Peki, biz bunun kaç saatini yaşıyoruz? Ortalama 8-10 saat uykuya verdiğimiz ömrün aslında 1 yılda toplam ( ortalama 9 saatten ) 3285 gününü uyuyarak geçiyoruz. Ve bir insan ömrünü ortalama 65 sene alırsak 213.525 gününü aslında sadece uyuyoruz. E peki ne yapalım uyumayalım mı dediğinizi duyar gibi oldum. Elbette ki bu anlama gelmiyor. Sadece şunu düşünün. Yıllar önce bir filmde; insanların bileklerinde kalan ömürleri gün saat ve dakika olarak yazdığını içeren bir senaryo izlemiştim. Bunu gerçek hayata endekslersek yani kalan ömrümüzü dijital saat misali bileğimizde her gün her an görüyor olsak ne yapardık? Yine günde 9 saat uyur muyduk? Yoksa kişisel inanç, istek ve tercihlerimize göre doya doya yaşamayı mı seçerdik? Tabii Kİ doya doya yaşardık. Kimimiz İbadet eder, kimimiz küs olup ya da söylemek istedikleri olup sustuklarımızla konuşur, kimimiz gitmek istediğimiz şehirlere ülkelere gider, ya da kimimiz daha çok faydalı olmayı tercih edip öyle mutlu olmayı tercih ederdi. Bunun milyon tane senaryo tahmini olabilir. Ama özetle ne yapmayacağımız belli olurdu: Boş geçirmek.
Bilimin de dinin de bize buyruğu aslında güneşin doğuşuyla beraber uyanmamızdır. Güneşin doğumu ile yeni gün başlamasına ve tüm canlılar uyanmasına rağmen uyumaya devam eden tek canlı türü; insanlardır. Ve her insan en az bir kez güneşin doğumu ile kalkmanın vücuda ve zihne verdiği o enerjiyi hissedip yaşamıştır. Ya da erkenden kalkıp işlerini yapmaya başlayan bir kişi saat 10.00 olmadan birçok işi halledip kendine, ailesine, başka işlere daha çok vakit kaldığını söylemektedirler. Böylece koşturmaca ile hallettiğimiz ve bizi oldukça strese sokan, zaman yönetimimizin olmadığı o durumlarından da kaçmış oluyoruz. Sevdiklerimize daha çok alan yaratıp beslenmemizi bile daha çok düzenli hale getirebiliyoruz. Daha az uyumuş daha çok hareket ettiğimiz için de birçok hastalık davetiyesini geri çevirmiş oluyoruz.
Başarılı, saygınlık kazanmış insanların hayatlarına baktığımızda genelde erken uyanıp daha az uyuduklarını, güne yürüyüş, koşu ya da egzersiz ile başladığını görebiliriz. Çünkü onlar insan beyninin ve vücudunun aslında neye ihtiyacını olduğunu çoktan çözüp hayattaki amaçlarına kilitlenmişlerdi…