İletişim; canlıların sözlü ve sözsüz olarak beden dili vasıtasıyla birbiriyle olan etkileşimi, duygu düşünce aktarımıdır. Bunu oluşturan birçok yapı, kavram vardır. Ve bir de iletişimin yoluna taş koyan bazı problemler vardır. Bu problemlerin başında insanların arasında üslup sıkıntısı giderek boy göstermektedir.
Herkes konuşmayı bilir de neyi nasıl ne zaman söyleyeceğini bilmez. Bu da söylenmek isteneni ehemmiyetsiz kılıyor. Daha acısı birçoğu bunun farkında bile olmadan öylece yaşamını sürdürüyor. Çünkü bu durum asıl zararı karşısındaki insanlara veriyor. Tam da bu noktada iki seçeneğimiz oluyor. Böylelerini görmezden mi gelelim? Yoksa anladığı şekliyle cevap mı verelim? Sussak kendi içimizi kemiren ve kursağımızda biriken o sözcükler, konuşsak kendi kulvarımızda olmayan o insanla bir oldum düşüncesi ile bizim zamanımızı çalıp beynimizi gün içinde iğneleyip duruyor. Anlayacağınız iki ucu da rahatlatıcı etkiye sahip olamıyor. Nadiren etrafımızda bunun orta segmentinde olan, arafta kaybolmamış o kişileri de görürüz değil mi? Genelde ya hiç susmadan dudaklarından sızan o zehirli sözleri karşı tarafa bazen kasıtlı bazen kasıtsız sunan cüretkâr kişiler vardır. Ya da kendi hakkı gasp edilse de ‘nasılsa karşıdaki doğruyu anlar ‘düşüncesi ile susmanın gölgesinde kaybolmuş insanlar vardır. Peki, nedir bunun temelindeki o etmenler?
GEN Mİ, ÇEVRE Mİ, EĞİTİM Mİ, AİLENİN YETİŞTİRME TARZI MI?
Evet? Doğru cevap; hepsi. Bu sayılan tüm kulvarlar sonunda kişiliğimizi ve haliyle savunma şeklimizi ortaya koyuyor. Eğer bir çocuk kuralsız, ihmalkâr bir aile ile hiç sınır nedir bilmeden büyütülmüşse sonunda işte öyle karşıdakinin sınırlarını bilmeden, adına özgürüm, açık sözlüyüm, cesurum, (ne varsa ağzımda kalbimde hiç fenalık yoktur diyenlerden) olup çıkıyor. Oysa bilmiyor ki bunun düpedüz adının sadece HADSİZLİK olduğunu. Ta ki kendi gibi biri çıkıp bunu ona söyleyene dek. Tabii o zaman da bu kişiler kabul eder mi siz düşünün… Ya da ailesi korumacı olan; fazla baskı, kurallarla, hiç konuşamadan, kendini ifade edemeden, sadece söylenilen ve istenilen kadar cevap hakkı olarak büyütülen çocuklar vardır. Eğer bu aileye mensupsanız, işte o zaman kişilik haklarınızın saygı sınırlarında hayâsızca sörf yapsalar da susan o yetişkinler oluveriyoruz. Ve bu da karşımızdaki sözde açık sözlü sıfatıyla övünüp duran o patavatsız insanlara karşı zayıflığımız oluyor. Sonra uzun zamanlar boyunca bunu aşmaya uğraşıyoruz. Bunların en doğrusu elbette demokratik aile tutumu ile büyütülen çocukların; sınırını, hakkını, susması konuşması gereken yerleri, kendi özgürlük alanını bilen, başkasını kasıtlı kırmaktan imtina eden, söylediğini kırk kere düşünüp bir kez konuşan, duruşu bile nezaket kokarak farkını ortaya koyan o insan yapıveriyor.
Peki, her şey aile tutumunda mı kalıyor? Değişmiyor mu? Elbette hayır. Ancak okul öncesi eğitimimizin yani 0-6 yaş grubunda karakterimizin büyük bir kısmının oluştuğu ortaya konulan bir gerçek. Gerek hayat tecrübelerimiz gerekse aldığımız eğitimlerimiz ile kendimizi geliştirerek geriden de gelsek o açığı kapatabiliriz. ‘’ Beni ailem böyle yetiştirmiş, bunu biliyorum, böyleyim, ben buyum’’ demek en kolayı olup benliğimize, bizi sevenlere, sevmek isteyenlere yapacağımız en büyük kötülük ve engel olacaktır!..
Özetle iletişimimizde hayatımızın bizi temsil eden temel bir yapıtaşı olarak üslup konusunu oldukça dikkate alalım. *Patavatsızlığı; açık sözlülük, *samimiyeti; hadsizlik, *fenalığı; zekilik, * iyimserliği; aptallık, *mütevazılığı; saflık, *saygısızlığı; yakınlık gören o umarsız insanlardan olmayalım.
Hayatımızı; geriye çeken değil ileriye dönük geliştirecek kişiler ile koruma kalkanı yapıp çevreleyelim. Bu kendi öz benliğimize yaptığımız en kazançlı yatırımımız olacaktır.