Bahaddin Yeşilkaya

İNSANA YA DA HAYATA DAİR…

Bahaddin Yeşilkaya

 

Klasik bir söz vardır; “insan doğar, yaşar ve ölür”. Aslında bana kalırsa ‘Ömr’ün kestirmeden özeti dört mevsimle tam olarak ifade edilir.

Bu kesitte her bir ifade her bir mevsimde karşılığını çok açıktır ve de nettir.

Aynı zamanda ‘ÖMÜR’, sayısal anlamda dört dönem olarak ta yapabiliriz.

Kısacası kestirme dediğimiz şeyde tam da budur.

Ama gerçek ise hiçte bu böyle değildir.

Çünkü ‘yaşar’ tarafı ne öyle kolay ne de öyle basit geçiştirilecek ne bir yanı ne bir yönü vardır.

Zira bahse konu olan koca bir insan ömrüdür. Bu ‘ömür’ makul anlamda yetmiş yıl demek, seksen yıl demektir.

Yani bir koca  ‘ZAMAN’ dilimi.

Bu zaman dilimi içinde geçen bir ‘Ömür’de yok yok demektir.

Bu her bir nefis için aynıdır.  Değişmezdir, mutlaktır.

Velev ki ortamlar farklı olsa bile…

Yaşananlar, izafi bir halden bir durumdan başka bir şey değildir.

Nasıl derseniz eğer?

‘Yaşar’ zaman dilimi içinde geçen ‘Ömür’ü şöyle bir değerlendirmesi yapıldığında; her bir döneme ait türlü türlü yaşanmışlıkları görürüz.

En evvel bebeklikte nefsin anne ile olan ilişki evresi ve onu tanıma süreci. Sonrasında çocukluk, gençlik dönemi tecrübesi ve olgunluk döneminden yaş kemale eren döneme kadar her bir periyota ait birçok evre de geçen birçok yaşanmışlıklar birçok hikâyeler.  

Ve her bir dönemin her bir evresinde türlü türlü alışkanlıklar türlü türlü yaşanmışlıklar ve türlü türlü farklı tecrübeler.

Bunlar; kimi zaman bebeklikte anne, baba ve yakın çevre ile olan münasebetteki sonuçlar, kimi zaman çocukluk döneminde türlü türlü farklı davranışlarda bulunulması, hayatla ilgili gidişatı tam olarak anlamadan, farkında olmadan, kavramadan kimi deliliklere kalkışması, gözü kara olması ve gerçek hayatın bu olmadığı, zamanla fark etmesinin olması. Tabii ki, bebeklik dönemini bir kenara bırakırsak, çocukluk çağı sorumluluğu, nispi olarak genellikle geleceğini doğrudan alakadar eden alacağı eğitimdir. Ancak yükü ve yükümlükleri eğitimle sınırlı olması gerekirken, ülkemizin gerçekleri gereği bu dönemdeki çocukların büyük bir ekseriyeti ekonomik şartların zorlaması nedeniyle maalesef bu çağda, aile bütçesine katkı olsun diye böyle erken bir yaşta çalışma hayatının bir parçası olması. Hâlbuki gerçekte, bu dönem kendi mecrasında olması ve bu döneme ait şartlarda çocukluk çağının yaşamasıdır.  Varsın bu ‘yaşar ’tarafı için birinci Dönem olsun.

Birinci Dönem sorası olan ‘yaşar’ dönemin ikinci merhalenin yükümlükleri hayatın belki de en meşakkatli en çetrefil ve de en zorlu dilimidir.

Bu bir abartı değildir ve hayatın ta gerçeğidir.

Nasıl? Derseniz eğer;

Gençlik demek bir büyük yük demek, bir büyük sorumluluk demek, bir büyük çaba demek, bir büyük mücadele demek, velhasıl demek, demek, demek… Yani ‘yaşar’ tarafı yükünün en ağır olduğu bir periyot.

Bu periyotta yok yoktur… Bu periyot demek, çocukluk dönemi, eğitimin sonu, yeni bir hayatın başı demek, bir başka evre demek.

Yani bu periyot demek bir yuva kurmak, kendi çocuğu ile tanışmak, bir işe atılmak, bir akademi eğitimi, kısacası farklı bir çehre farklı bir çevre demektir.

Yani bambaşka bir dünya, bambaşka bir hayat demektir.

Bu öyle bir periyot ki, her şeyin bir anda tam bir PİK, tam bir zirve hali demek.

Böyle bir periyotla başa çıkmak bu hali aşmak, ancak ve ancak bir büyük sabır bir büyük irade, bir büyük Azime sahip olmakla mümkün. Yani bu dönemi aşana aşk olsun, demek gerekir.

Çünkü başka türlüsü bir ‘Ömr’ün zindan halinin yaşaması, yok olması, son olması demek.

Çünkü bu dönem öyle zor bir dönem, öyle zorlu bir dönemdir.

Hayatın ‘Yaşar’ tarafında yer alan üçüncü merhalesi olan olgunluk dönemi; kısmen gençlik çağından geçen ‘Ömür’ belirlemekte, geri kalan kısım ise o gün içinde olduğu ruh hali ne ise o tayin etmektedir.

Esasen bu dönem için gençlik çağında oluşan hayat tarzı ya da mimarisi ne ise, sonraki yaşamın yol haritası göstergedir  ve de kılavuzdur.

Yani bu dönemin iyi ya da kötü geçmesi çoğunlukla bir önceki dönemin gidişatının tam olarak nasıl geçtiğine bağlıdır.

Diğer bir ifade ile ne ekilmiş ise o biçilir hesabıdır.

Hayatın ‘Yaşar’ tarafın dördüncü ve son merhalesi tam bir hülasadır.

Yani bu dönem bir insan için tam bir İman ve tam bir Sabır Dönemi ve tam bir teslimiyettir.

İnsan bu dönemde, doğduğu günden bu güne kadar, her ne yaşadıysa her ne gördüyse ve her geçirdiyse bir büyük tecrübe ile bir büyük sabır içinde bir büyük imanla bir hakkı teslim eder.

Bu ‘Ömr’ün son dönemi öyle dışardan göründüğü gibi hiç mi hiç değildir.

Bu dönemde ailen vardır, çocukların vardır, kardeşlerin vardır, akrabaların vardır, sevdiklerin vardır, dostların ve arkadaşların vardır, emeğin vardır, göz nurun vardır.  Hülasa vardır, vardır, vardır…

Yani tam bir ‘ömür’ vardır.

Bunların her birinden ayrı düşmek, ayrı kalmak, ayrılmak ne demek olduğu, ancak bir ‘ÖMRÜ’  yaşamak gerek.

Bütün bir ÖMÜR de bu olan-bitene dayanmak, yaşamak bir hayatı tarif etmek, bir hayatı tanımlamak, kelimelerin kifayetsiz kalacağı zor olmasa gerek.

Diğer yandan biz şunu da çok iyi biliyor ve iman ediyoruz ki, yeryüzü yükü, mevcudiyetten sadece ve sadece insan kabul etmiş ve bu ağır yükün altına girmiştir.

Bütün bir Mesele bütün bir ‘ÖMRÜN’ farkında olmak, farklı ve yaşanabilir bir hayat geçirmek olmalı.

 

Yazarın Diğer Yazıları